Kuvvetler ayrılığı ilkesi, demokrasinin temel dayanaklarından biridir. Yasama, yürütme ve yargı organlarının birbirinden bağımsız çalışması, birey hak ve özgürlüklerini güvence altına alır. Bu ilke, Türkiye’de anayasal düzenin temel taşlarından biri olsa da, uygulamada zaman zaman tartışmalara neden olmuştur.
Kuvvetler Ayrılığı İlkesi Nasıl Ortaya Çıktı?
Bu ilke ilk kez 18. yüzyılda Fransız düşünür Montesquieu tarafından sistematik hâle getirilmiştir. “Yasama, yürütme ve yargı gücünün tek elde toplanması, baskıcı yönetimlerin doğmasına neden olur” görüşüyle demokrasinin temel ilkelerinden biri olarak benimsenmiştir.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçişte Kuvvetler Ayrılığı
Osmanlı İmparatorluğu’nda kuvvetler ayrılığı uygulanmamış, tüm yetkiler padişahta toplanmıştır. Ancak Cumhuriyetin ilanı (1923) ile birlikte yasama ve yürütme yetkileri Meclis’e, yargı ise bağımsız mahkemelere bırakılmıştır. 1961 ve 1982 Anayasaları, kuvvetler ayrılığı ilkesini açıkça belirtmiştir.
Türkiye’de Uygulamada Yaşanan Zorluklar
Günümüzde yürürlükte olan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi, kuvvetler ayrılığı açısından farklı yorumlara yol açmıştır. Bazı uzmanlar, yürütme gücünün yasama ve yargı üzerindeki etkisinin arttığını savunurken, diğerleri sistemin hız ve etkinlik kazandırdığını ileri sürmektedir.
Güçlü Demokrasi İçin Denge Şart
Türkiye’nin demokratik gelişimi için kuvvetler ayrılığı ilkesinin sadece teoride değil, pratikte de etkili biçimde işlemesi büyük önem taşımaktadır. Bağımsız kurumlar, şeffaf yönetim ve hukukun üstünlüğü, bu ilkenin sağlam temeller üzerine oturmasını sağlar.